
Sabahattin Ali'nin 1943 yılında yayımladığı Kürk Mantolu Madonna'sından da bildiğimiz gibi roman karakterlerinden Raif Efendi, yazarın romandaki aynasıdır. Eser ilk başta Sabahattin Ali askerdeyken "Büyük Hikaye" ismiyle 48 bölüm halinde gazetede yayımlanmış, ardından kitap haline getirilmiştir.
Bir hatıra defterine yazılanlardan tahlil ettiğimiz Raif Efendi kendi iç dünyasında yaşayan, sıkıntılarını dışarı belli etmeyi sevmediğinden kitaplarla iç içe olan bir mütercimdir. Babası gençliğinde sabunculuğun tekniklerini öğrenmesi için onu Almanya'ya gönderir. Bu olay da Raif Efendi'nin hayatını değiştireceği önemli bir nokta olmuştur.
Raif Efendi Almanya'daki vaktini sabunculuğu öğrenmek yerine resim galerilerine ve müzelere giderek geçirir. İnsana maddi şeylerin ne kadar önemsiz olduğunu ve insanın dünya dursa bile umurunda olmayacağını gösterdiği aşk, bir gün Raif Efendi'nin gittiği bir resim galerisinde gördüğü tablo ile ortaya çıkar. Tablonun adı Kürk Mantolu Madonna'dır. Raif Efendi tabloyu daha önce gördüğü bir resme benzetir. Uzun bir süre bıkmadan, usanmadan sadece bu tabloyu seyretmek için galeriye gelir ve karşısında durup saatlerce tablodaki kadına bakar. Kendi iç dünyasında bir türlü tanışamadığı kadınla hiç beklemediği bir yerde ve şekilde karşılaşmıştır. Raif Efendi'nin iç dünyasındaki kadın, bu tablodaki kadındır.
O, tabloyu seyrederken aynı zamanda da tabloyu seyreden Raif Efendi'yi de seyreden birisi vardır. Bu kişi de tablonun sahibi Maria Puder'den başkası değildir. Nihayet bir gün Puder ile tanışır. İlk başta inanamasa da o kişinin Maria olduğunu öğrenince zaten resmine aşık olduğu kadının kendisine de çok zaman geçmeden aşık olur ve bu iç dünyasının sıkıntısını da Puder sayesinde unutur.
Günler, aşkın karşılıklı olduğu Raif Efendi ile Maria arasında çok güzel geçer. Raif Efendi, Maria'nın duygularından ne kadar emin olamasa da Maria da kendisinde olan bir boşluğu Raif ile doldurmuştur. Bir yılbaşı gecesi birlikte olurlar. Bu birliktelikten sonra bir süre görüşmezler. Görüşmeme nedeni Maria'nın isteği üzerinedir ve bunun nedeni de Maria'nın hastaneye kaldırılmasıdır. Raif Efendi bunu öğrendiğinde Maria'nın hastalığı süresince onun yanında olur ve ona bakar. Bu sayede tekrar Maria'nın güvenini kazanmıştır.
Maria ile her şey güzel giderken Türkiye'den bir haber alır Raif Efendi. Babası vefat etmiş ve Türkiye'ye derhal dönmesi gerektiği söylenmiştir. Raif Efendi bu haber üzerine Maria'ya işleri yoluna koyduktan sonra tekrar geleceğini ve onu da memlekete getireceğini söyleyip Almanya'dan ayrılır.
Bir süre mektuplaşırlar. Fakat Maria'nın mektupları kesilir ve Raif Efendi ondan haber alamaz. Kendisini aldatılmış gibi hissedip Maria'nın sıkıldığını ve vazgeçtiğini düşünür. Bu olay da Raif Efendi'nin hayatını eskisinden çok daha karanlık bir iç dünyasıyla beraber yaşamasına sürükleyecektir.
Sevmediği bir kadınla evlenen Raif Efendi'nin çocukları olur. Maria'nın mektuplarının kesilmesinden on yıl kadar sonra onun pansiyonunda kaldığı bir akrabasını Ankara'da sokakta görür. Kadın yanında bir çocukla Berlin'e gidecektir ve tren de bir kaç dakika sonra kalkacaktır. İstasyona gelince ona Maria ile ilgili sorular sormaya başlar. Öğrendiği gerçek ise bundan on yıl önce Maria'nın hastalandığı ve bir kız çocuğu dünyaya getirdiğini, babasının da bir Türk olduğunu öğrenir. Raif Efendi, bu kızın babasının kendisinden başkası olmadığını anladığında vagondaki küçük kıza bakar. Bu kendi kızıdır. Maria'nın akrabası bunları söyledikten sonra trene geçerek istasyondan ayrılırlar.
Bütün bunları Raif Efendi ile aynı odada çalışan Rasim, onun masasının çekmecesinde bulunan, içinde anılarının olduğu bu siyah defteri okuyarak öğrenmiştir. Hasta olan ve öleceğini tahmin eden Raif Efendi, Rasim'den bu defteri yakmasını istemiş, fakat Rasim bu defteri yakmayıp okumuştur. Defteri alıp hızlıca Raif Efendi'nin evine gittiğinde ise onun öldüğünü öğrenir.
Bir eser ne kadar kurgu olursa olsun, içinde mutlaka bir gerçeklik barındırmaktadır. Sadece bir sözden ibaret olan herhangi bir cümleden yüzlerce sayfa roman yazılabiliyorsa böyle bir olayın da muhakkak ki bir gerçekliği vardır. Sabahattin Ali de 1928 yılında devlet tarafından Almanya'ya gönderilmiştir. Ali, Puder'in kim olduğunu da Ayşe Sıtkı İlhan'a 1933 yılında gönderdiği mektupta anlatmıştır. O mektup ise şöyledir:
“Almanya’da Frolayn Puder isminde bir hatuna ziyadesiyle âşıktım. (Bu kadın arkadaşlar arasında 28 namıyla meşhurdur.) O zamanlarda ise Berlin’de şu meşhur Deli Şarkıcı filmi oynamıştı ve oradaki Sonny Boy şarkısı herkesin ağzında idi. Şimdi bunu mırıldanınca sisli ve yağmurlu teşrinievvel günlerinde 28 ile müzelere veya sinemaya gidişim aklıma gelir. Yolda mütemadiyen kızcağızın yüzüne dalar, önümü görmezdim, o da hafif bir tebessümle başını bana doğru çevirerek bu salaklığımı mazur gördüğünü anlatmak isterdi. Âşık olduğum kimseler arasında bana bu kadın kadar iyi muamele edeni olmamıştır. Parmağının ucunu bile koklatmadığı halde beni kırmaz, aramızda genişlemeyen ve daralmayan muayyen bir mesafe muhafaza etmesini gayet iyi bilirdi...”
Misafir