Beynimizin arka sokaklarında, ışık almayan köhne binalarında, enkaz altlarında bir "his mezarlığı" var. Bir zamanların gözde, 'bebek' diye nitelendirilip gözü gibi bakılan arabalarının; şimdi hangi parçasının nerede olduğu bile belli olmayan hurda yığınlarının oluşturduğu mezarlık gibi.
İlk aşkın uyandırdığı karın ağrısıyla karışık heyecan, en yakın arkadaşımız vasıtasıyla hayattan yediğimiz ilk kazık, ailemizden birinin ciddi hastalığını öğrendiğimizde hissettiklerimiz, üniversite sonuçlarının açıklandığı an sevinsem mi üzülsem mi kararsızlığı, aşık oluyorum diye düşündüğümüz ama kendimize bile itiraf edemediğimiz endişe dolu anlar, birini ilk defa öptüğümüzde aklımızla kalbimizin birkaç saniye rötar yapması, pişmanlıklar, gözyaşları, mutluluklar, vedalar, huzur ve boşluk.
Hayatımızdan o kadar çok duygu seli gelip geçiyor ki. Kimilerini hep görüp gülümseyelim diye seyirlik vitrinlere koyuyoruz. Haftada ya da ayda bir tozunu alıp gururla yerine yerleştiriyoruz. Birçoğu asla unutulmayacak olsalar bile paspasın altına süpürülüyor. Daha şanssız olanlar asma kilitli kutulara koyulup saklanıyor. Kiminin üzerine sargı bezi sarmamıza bile izin verilmiyor, bir küçük yarabandı sadece. Zamanla pörsüyüp yapışkanı gidiyor yarabandının. Çünkü her gün açılıp bakılıyor yara iyileşmiş mi diye. Oysa hiç açılmasa, kendi kendine iyileşecek. Çünkü bize 'zaman herşeyin ilacı' diye öğretildi.
Öyle zamanlar geliyor ki, bizim özenle kilit takıp anahtarını denize attığımız ve ömrümüzün sonuna kadar hatırlamak istemediğimiz bir duyguyu, bir anı sahibi gelip tek bir ıslık'la çıkarabiliyor kutudan. Ne mi bu ıslık? Bir koku,bir şarkı, tanıdık bir ses, bir fotoğraf, bir bakış.
Ne kadar uğraşsak, kendimizi pamuklara sarsak, yetmese cam fanusun içinde yaşasak da vakit geldiğinde dizimiz kanayacaksa o pamuklar parça pinçik oluyor, mutluluktan havalara uçacaksak cam fanus kırılıyor.
Bu yüzden yeni güne 'Merhaba'
"Günaydın" acılara, aşka, mutluluğa, heyecana, gözyaşlarına.
Misafir